Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim hayatın her alanına olduğu gibi alışveriş ve ticarette de bir düzen belirlemiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) ‘Rızkın onda dokuzu ticarettedir’ buyurarak, Müslümanlara ticareti tavsiye etmiştir.
Ticari hayatta en değerli sermaye dürüstlüktür. Helallik ölçüsü de odur. Dürüstlüğün kriteri de yapılan işte muhatabın gönül hoşnutluğu ve tam rızasıdır. Bu, o kadar önemlidir ki bir şeyini kaybeden sadece onu kaybeder, dürüstlüğünü kaybeden ise her şeyini kaybeder.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in işini dürüst şekilde yapan, güvenilir (emin) Müslüman tacirlerin ahiret yurdunda peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle birlikte bulunacaklarını ifade eden hadisi bir taraftan dürüstlüğün değerini anlatırken diğer taraftan vadedilen payenin büyüklüğü onun zorluğuna işaret eder. Bu sebeple ticari hayatta dürüstlük bir nesneyi üretirken veya alıp-satarken en değerli sermaye, dünyada itibar, ahrette kurtuluştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ‘müftüler fetva verse de sen yine de fetvanı vicdanından al’, ‘günah vicdanını rahatsız eden şeydir’ hadisleri de helallik için fıkhi çerçevenin yeterli olmadığını, vicdan hükmünün de gerekli olduğunu ifade eder.
Vicdan, Nureddin Topçu’nun ifadesiyle: ‘Allah’ın kalbimizdeki sesidir.’ Şayet ticari hayatta insan kaynaklı sorunlar varsa buradan vicdanın zayıfladığını anlamak gerekir. Vicdanın zayıflaması kalbin kaskatı kesilmesidir ki o da tedaviyi gerektiren ahlaki bir hastalıktır.
Kendisini üretim-tüketim ilişkisi üzerine konumlandıran modern ekonomik düzen, insanların mala ve yeni olana tutkusunu tahrik ederek ‘çöldeki adama ısıtıcı, kutuplardakine klima ya da buzdolabı satabilme’ stratejisi izlemektedir. Yeni pazarlama teknikleri, zaafları kullanarak sanal ihtiyaçlar üreten reklamlar, defileler, yarışmalar ve moda araçları, putlaştırılan rol modeller üzerinden dayatılan yaşam biçimleri çılgınca yapılan harcamaların zeminini oluşturmakta, lüks tüketim ve gereksiz harcamaları tetiklemektedir. Bütün bunların temelinde, sahip olunan eşyanın statüyü ölçen araca dönüşmesi ve insanın değerini belirler hale gelmesidir.
Bir eşya iş gördüğü sürece yenisini almak ya israf ya da tebzîrdir. İsraf, ihtiyacı fazlasıyla gidermek, tebzîr ise ihtiyaç yokken harcamada bulunmak demektir. Her ikisi de Kur’ân ve Sünnet tarafından yasaklanmıştır. Hatta ayette savurganlık yasaklandıktan sonra böyle davrananların şeytanların kardeşleri olduğuna dair ağır ifade vardır. İsraf ve tebzîr, insanları zora sokan borç batağına sürükleyen bir sonuç doğurmaktadır. Bugün belki unuttuğumuz helal, bereket, kanaat, infak, ihsan, paylaşma gibi kavram ve değerleri yeniden hatırlamaya ihtiyacımız var.
Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîme ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerine bir bütün olarak bakıldığında ticari hayatta yalan, yemin, hile, aldatma, hırs, tamah, karaborsacılık, tekelcilik, işin hakkını vermemek, işten kaytarma, emek istismarı, vergi, zekat, infak gibi mali görevleri ihmal, karşı tarafın ihtiyacından ya da içinde bulunduğu olumsuz şartlardan veya iyi niyetini kötüye kullanarak fırsatçılık yapmak, rakibini zora sokmak için çeşitli hilelere başvurmak, cimrilik, şükürsüzlük vb. ahlaki zaaflar kâr ve kazancın bereketini gideren temel faktörler olduğu gibi dünyada kazancın tamamının veya bir kısmının helak olması, ahrette de hüsranla sonuçlanmasıdır.
İnsanların içinde bulundukları olumsuz şartları fırsata dönüştürenler şunu bilmeli ki o kazançları kendilerine hayır getirmeyecek ve huzur vermeyecektir. Çünkü onda çok kişinin âhı vardır ve o da yerde kalmaz. Bu ilahi yasadır.
Terazisi düzgün olmayan bir insanın hiçbir şeyi düzgün olmaz.
‘Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası,
Dostunun yüz karası, düşmanın maskarası.
Mehmet Akif Ersoy