Göçün başlıca nedenleri arasında doğal afetler, ekonomik problemler, ifade özgürlüğünün kısıtlanması gibi hususlar yer almaktadır fakat günümüzde Orta Doğu’dan Batı’ya doğru devam eden göç olgusunun asıl sebebi emperyalist devletler ve onların maşalarının uyguladığı politikalardır. Bundan dolayı göç edilen toplumlarda mülteciler/sığınmacılardan kaynaklı bir problem meydana geldiğinde tartışmaya önce bu gerçeği konuşarak başlamalı, öfkemizi masum kadınlara ve çocuklara yöneltmek yerine bu sorunun asıl kaynağını görmeliyiz. En küçük bir fırsatta farklı kutuplara ayrılabilen, kırılgan toplumumuzda mültecileri savunanı Batı yanlısı liberal, göçmenlik karşıtı birkaç cümle söyleyeni ırkçı ve gerici ilan ediyorken, göç sorununu başlatan asıl sebepleri çoğu zaman görmezden gelmekteyiz.
Geçtiğimiz yüz yıldan bu yana sömürü düzeninin doymak bilmeyen öncüleri gözünü diktikleri çeşitli ülkelerin verimli bölgelerine, yer altı kaynaklarına bu ülkelerdeki halkın cehaletinden, yöneticilerinin gafletinden dolayı kimi zaman kolaylıkla kimi zaman da zorbalıkla el koymuş ve bu topraklara demokrasi kisvesi altında açlık ve sefaletten başka bir şey sunmamıştır. Bu ülkeleri sömürerek kendi insanlarına cenneti vaad eden bu düzenin kurucuları aynı şekilde işgal edip, fakirleştirdiği insanların günün birinde oralardan göç edip kendi topraklarına geleceğini hesaplayamamıştır. Zorunlu göç olgusu çoğu zaman sömürü düzeninin doğal bir sonucudur. Bundan dolayı sokakta gördüğümüz bir mülteciye öfkelenmeden önce onu bu topraklara getiren düzeni ve sistemi sorgulamalıyız. Ülkede göçmenlere yönelik alınan kararları, düzensizliği, plansızlığı eleştirmek her vatandaşın doğal hakkıdır fakat göçmen düşmanlığıyla birlikte ırkçılık ateşini körüklemek toplumdaki her kesime büyük zarar vereceği gibi sonradan önüne geçilmesi mümkün olmayacak daha büyük problemlerin oluşmasına neden olacaktır.
Son haftalarda ABD’nin Afganistan’dan çıkma planını sözde müttefik olarak gördüğü ülkelerle salt kendi çıkarları için görüşüp, topyekûn bir halkı ve ülkeyi bir terör örgütüne teslim etmesi olayı ve sınırlarımızı geçen Afgan sığınmacılar gelişmeleri arasında da doğrudan yukarıda bahsedilen konular bağlamında bir ilişki vardır. Henry Kissenger’ın ‘Amerika’nın kalıcı dostu ya da düşmanı yoktur, yalnızca çıkarları vardır’ ifadesinin gerçek hayatta uygulanışına hepimiz günlerdir şahitlik etmekteyiz. Bir zamanlar Amerika’nın Sovyetlerle olan mücadelesinde El Kaide’nin kurucusu Bin Ladin’i özgürlük savaşçısı olarak tanımlaması ve bugün gelir-gider hesabı tutmayınca oradan ayrılması da aynı şekilde Amerika dış politikasının özetidir. Batı’nın gerek Suriyeli gerek Afgan mülteciler konusunda görüşü çok açık ve net: Kendi seçtikleri dışında ülkelerine daha fazla sığınmacı alınmasını istemiyorlar ve çeşitli anlaşmalar gereği bazı ülkeleri çıkarlarına uyduğu süre boyunca tampon bölge olarak kullanıp bu insanların buralarda unutulmasını istiyorlar.
Türkiye’nin geleceği açısından göç sorunu çok ciddi bir şekilde ele alınıp, incelenmesi gereken bir husustur. Son zamanlarda Türkiye sınırları içerisine yerleşen bazı göçmenlerin sosyo-demografik farklılıkları göç edilen topluma entegre olunmasını büyük ölçüde zorlaştırmakta ve toplum içinde büyük tepkilere neden olmaktadır. Gündelik kahve sohbetlerine konu olan bu mesele ne yazık ki planlı ve diyalektik bir bakış açısından uzak tamamen gelişi güzel bir şekilde değerlendirilmektedir. Göç olgusunun sırf günü kurtarmak için yapılan açıklamalarla, halkın kişisel vicdanını tatmin edecek birkaç laf-ı güzafla geçiştirilmesi uzun vadede toplumun her kesimini olumsuz etkileyecektir.
Velhasıl, insanların kendi öz yurtlarını insan hakları, özgürlük, demokrasi getireceğiz bahanesiyle cehenneme çevirip sonra neden orada kalmıyorsunuz diye serzenişte bulunmak kelimenin tam anlamıyla ikiyüzlülüktür. Son zamanlarda taraflar arasında yapılan hasır altı anlaşmalar sebebiyle dili, dini, ırkı ne olursa olsun göçmenlerin Türkiye sınırından Batı’ya ilerlemesi çok yakın bir zamanda mümkün gözükmemektedir. Bundan dolayı mülteciler için Türkiye yol geçen hanı değil, yolun sonu ve bir son durak haline getirilmek istenmektedir. Yaşanan ya da yaşanabilecek tüm olumsuzluklara/kışkırtmalara rağmen toplumdaki her kesim sağduyulu olmalı, kendisini sokağa çekmeye çalışan her türlü provakatif eylemden uzak durmalıdır.