İnanma bir kader ve takdirdir. Her insan bulunduğu kültür dairesi içinde var olur. Bu, başlangıçta ailedir, daha sonra çevre ve mahalledir. Bunların kendilerine özgü ruhları var. Aile çevresi ve ortamı özel bir ruha sahiptir. Bulunulan köy mahalle ve kasaba birbirini tamamlayan ve genele açılan bir yapı oluşturur. Köylerin, kasabaların ve kentlerin ruhları birbirinden farklıdır.
Zaman çabuk geçiyor, geride kalanlar bir rüyaya dönüşüyor. Yapılıp edilenler, geride kalanların tekrarı olmuyor, istense de geri getirilemiyor. Yarını bugünden görmek gerekir, yoksa çok geç kalınıyor. İnanan ve adananlar için bu önemli bir ilke ve ölçüdür.
Bir insanın belli bir ömrü var bu dünyada. Hakikat âlemine her insan kendisine biçilmiş, yani rızkının olduğu zaman kadardır. Bir Müslüman’ın asıl amacı hem bu dünyada hem de ötede huzur bulmasıdır.
Hepimiz vefası olmayan şu dünyada misafiriz. Adı üstünde fani alem! Bu dünyaya gelip de göçmeyen mi var? Din nasihattir düsturundan hareketle kendimize çeki-düzen verelim. İyiliklerimizi çoğaltalım, hatalarımızı-kusurlarımızı düzeltelim, günahlarımıza tövbe istiğfar edelim.
İnsanlarda kan üstünlüğü olmaz, karakter üstünlüğü olur. Bir milletin karakteri ise, çoğunluğun karakteri ölçü alınarak tayin edilir. Bu tayini tarih yapar. Ve her mazi, hem yaşanılır hem de geleceğe ayna tutar.
Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir. Her dediğin hak olmalı; fakat her hakkı söylemeye hakkın yoktur.
Hak davanın vesileleri de haktır. Batıl yolla hakkı savunmak, necis suyla abdest almaktan farksızdır.
Tevazuun zillet kabul edileceği yerde, bile bile tevazuda bulunmak, bile bile zilleti kabullenmek anlamını taşır. Mümin, imanı cihetiyle azizdir. İzzetle ölmeyi, zilletle yaşamaya tercih, imanın zorunlu neticesidir.
İktisat ve kanaat bitmeyen iki hazinedir. Sahibini yüz suyu dökme fakirliğine maruz bırakmaz. Rızk-ı zaruri, Rahman’ın taahhüdü altındadır. Yeter ki, israf ve şükürsüzlük bu taahhüdü sekteye uğratmasın.
Adalet odur ki herkese tatbik edilir. Kişiye özel bir adaletten asla söz edilemez.
Etnik ayrımcılık, ne dinin, ne vicdanın, ne de gerçek hukukun kabul edebileceği bir şey değildir.
Her insanın insani değeri, insanlığa verdiği değer kadardır.
Rabbimizin külli nimetlerine, hem hali, hem kavli külli şükürle mukabelede bulunulmalıdır. Şükür, nimeti ziyadeleştirir, nankörlük ise ihsanın kesilmesine sebep olur.
Dini tebliğ edeceklerin öncelikle dini temsil keyfiyetini kazanmaları şarttır. Tebliğ adına yapılacak çalışmalarda gaye ve maksat sadece Rıza-i İlahi olmalı, başka mülahazalar bu kudsi niyeti bozup arızaya uğratmamalıdır. Başarılar sürur verse de şımartmamalı, başarı zamanlarında da en az sıkıntı zamanlarındaki ölçüde hatta daha da fazla, Cenab-ı Hakk’a yönelmeli, dua, niyaz ve istiğfarda bulunmalı.
Müspet hareket, tedbirli ve uyanık davranmayı, işin önünü- sonunu hesap etmeyi, yapılacakları hem zamana hem de mekana uygun planlamayı; atın önüne et, aslanın önüne ot koyma yanlışlığından sakınmayı, işi ehline verme basiret ve ferasetini de kapsayan bir anlayış, kavrayış ve stratejinin uygulamalı yekununa verilen bir ad ve unvandır.
Bizim kalbimizin bir tarafı hep münkesir, hep kırık dökük olmalıdır ki, kalp şımarıklığa meyletmesin. Etmesin ki, münkesir iken hissettiği Cenab-ı Hakk’a yakın duruşu, şımararak kaybetmesin.
Nefsimizle yüzleşelim, hırslarımıza kurban gitmeyelim. Yaşanmış nasihatler geleceğimize ayna olur inşallah.
Sevgi, saygı ve duamla…